Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2015 Pazartesi

Diyarbakır Mağaraları

Diyarbakır Mağaraları

Yontmataş ve Mezolitik dönemlere ait Hassun,Hillar mağaraları (Ergani),Birkleyn mağaraları (Lice),görülmesi gereken mekanlardır.Buraları doğal sit alanıdır. Lice’de Eshab-ül kehf mağaraları de ilginçtir.
                Birkleyn mağaraları Lice sınırları içindedir.Bu mağaranın birinde Asur kralı I.Tiglatfilaser’e (MÖ.1116-1190) ait bir stel ve iki kitabe,diğer bir mağaranın batıya bakan yüzünde ise Asur kralı III.Salmanassar’a (M.Ö.859-825) ait bir stel ve iki kitabe vardır.Bu stelin de hükümdar,mağara içinde bulunan ikinci bir mağarayı işaret etmektedir.Bu ikinci mağara,birincisinin devamı gibi ise de 15 metre yükseklikte ve 12metre genişlikteki ağzında,bir buçuk metre kalınlığında çok  eski olduğu belli olan bir duvar temeli vardır.Mağara çok derindir.İçinde bir saat kadar yürüdükleri halde sonunu göremediklerini söyleyen köylüler pek çoktur.Mağaranın en azından birkaç km.uzunluğunda olduğu belli olmaktadır.
Bırkleyn mağaralarının astım hastalığına iyi geldiği söylenmektedir.Yöre halkı astım tedavisi için mağaralardan yararlanmaktadır.
             

 
   Birkleyn mağarası  Bingöl-Diyarbakır yolu üzerindedir.Önünde çok güzel bir akarsu vardır.Doğa ve tarihin kombine olduğu bir dinlenme tesisisinin özel sektörce işletilmesi bu mağaraların dzüenlenmesi,kolay ziyareti ve turizme de kira ödiyerek bir katkı getirecektir.
   
Diyarbakır'ın Lice ilçesinde bulunan Bırkleyn mağaralarında yapılan araştırmalar sonucunda, Bizans dönemine ait yoğun bir şehirleşmenin olduğu ıspatlandı
Diyarbakır'ın Lice ilçesi yakınlarında bulunan Bırkleyn mağaralarında ilk kez yapılan yüzey araştırma çalışmaları tamamlandı. Yaklaşık bir ay süren yüzey araştırma çalışmaları sonucunda Bırkleyn mağaralarında Asur krallarından kalma yazıt ve kabartmalara rastlandı. Bırkleyn mağaralarındaki yüzey araştırma çalışmalarını gerçekleştiren Yüzey Araştırma Başkanı Andreas Schachner, Diyarbakır Müze Müdürlüğü toplantı salonunda çalışmaları hakkında basın mensuplarına bilgi verdi. Mağaralarda araştırmalarını 5 yazıt, 3 kaya kabartmasına dayandıran Andreas, belgelendirdikleri yazıt ve kabartmaların Asur krallarından kaldığını söyledi. Bu yazıt ve kabartmaların millattan önce bin 100 ile 850 yıllarına ait olduğunu belgelendirdiklerini ifade eden Andreas Schachner, 'Mağaralarda insan yapımı kalıntılar var. Buluntuların ışığında o mıntıka millatan önce 6000 yılından itibaren kullanıldığını görmek mümkün. En yoğun dönemi Bizans ile ortaçağ yani Selçuklu dönemlerinde yoğun şehirleşme olmuş. İlk yüzey çalışmalarımızı tamamladık. Gelecek yıl kazı yapacağız' diye konuştu. Define arayışı tahribat yarattı Bırkleyn mağaralarında büyük ölçüde tahribat meydana geldiğini ifade eden Andreas, bu tahribatın terör ve benzeri olumsuzluklardan kaynaklanmadığını, sadece define aramaya gelen duyarsız kişiler tarafından meydana geldiğini söyledi. Var olan yerleri kurtarmak için çalışma başlatacaklarını vurgulayan Andreas, Bırkleyn'nin aynı zamanda doğal güzeliklerinin de ilgi çekici olduğunu kaydetti.
Schacher, Bırkleyn mağaralarının, ilk kez 1862 yılında bir İngiliz konsolos tarafından keşfedildiğini ve mağaralarda yaklaşık 150 yıldan beri varolduğu bilinen Asur krallarına ait yazıtların yapılan yüzey araştırması sonucunda, tespit edildiğini belirterek, şunları söyledi:
“Bölgenin özel koşulları nedeniyle uzun süre mağaralarda araştırma yapılamıyordu. Bölgeye gittiğimizde yoğun bir tahribatla karşılaştık. Araştırmada, Asur krallarına ait 5 yazıt ile 3 kabartma tespit ettik. Ayrıca, Asurlular ve Urartuların burayı geçit olarak kullandığı bulgularını elde ettik. Detaylı bilgi alınması için mağaralarda kazı yapılması lazım. Burada olağanüstü bir doğa harikası var. İnsanlar çoğunlukla piknik yapmaya geliyor. Tahribatın büyük bölümünü pikniğe gelenler tarafından yapılmış.’’
Yrd. Doç. Dr. Halil Tekin ise Hakemi Use Tepesi’nde yaptıkları kazıda, 3 katmana rastladıklarını, 3. katmanda Anadolu sınırları içinde Dicle havzasında bilinmeyen bir dönemle karşılaştıklarını bildirerek, şöyle konuştu:
“Bu bölgede rastlanmayan ve Hassuna Dönemi denilen döneme rastladık. Bu dönem, çanak çömlek dönemini en iyi temsil eden dönem olarak anılıyor. Katmanda mineral katkılı açık ocaklarda pişirilen çömlek ve seramik ile bir kaç evden oluşan küçük mezra şeklindeki yerleşim birimlerine de rastladık.  Gelecekteki kazılarda bazı önemli bulgulara ulaşabileceğiz. Diyarbakır Taş Çağı’nda da taşra değilmiş. Çünkü, metali çanak çömleği aynı paralellikte kullanmış.’’
  
 
www.lice.gov.tr/
Ashab-ı Kehfin Lice’de olduğuna dair deliller
Zeki Dilek’Lice’
1.Mağaranın durumunun Kur’andaki ifadelere(ipuçlarına uyuyor olması:
Mağaranın durumu,Kur’an-ı Kerim’de Kehf süresi 17. ayette geçen:
(Resulüm.Orada bulunsaydın güneşi görürdün :Doğduğu zaman  mağaralarının sağına meyleder;batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi.(böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı)’ şeklindeki  ifadelere tamamen uymaktadır
2.Mağaranın hemen yanında bir kilise kalıntısının bulunması
Yöre halkı tarafından ‘Deri Rakim’ (Rakim kilisesi )olarak adlandırılan çok  eski bir kilsenin kalıntıları mağaranın hemen yakınında bulunmaktadır.Şevket Beysanoğlu bey bu kilise kalıntılarının fotoğraflarını da yayınlamıştır.
3.Mağaranın ağzındaki duvar kalıntısı
Mağaranın ağzında Dakyanus’un ördürdüğü söylenen bir duvar kalıntısı vardır.
4.Bir çok müfessir tarafından Dakyanus’un hem şehir hem de kral olarak alınması
Dakyanus bir çok araştırmacı ve müfessirve kabul gördüğü gibi hem Eshab­ı Kahf olayının yaşadığı şehrin,hem de bu Allah dostlarına zulmeden Kralın ismidir.Licede bulunan Antik şehrin ve Kralının adı Dakyanustur.Licedeki Dakyanus Antik kenti gibi,Kralının adının da Dakyanus olması sadece bir tesadüf olabilir mi
5.Dakyanus Antik kentinin bulunduğu Fis ovasının adı Efsus’tan bozmadır.
Şevket Beysanoğlu Bey Fis adının aslında Efsus’tan bozma olduğunu belirtmektedi.
6.Mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab_ül Kehf veya Rakim adını taşıması
1977 yılına kadar resmi kayıtlarda Eshab­ül Kehf Dağı olarak geçen Dağın adı,bu tarihte Harita Genel müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte değiştirilmiş ve İnceburun Dağları adını almıştır.
1976 yılında 1.Uluslararası Türk Folklor kongresine bildiri olarak sunulan ve daha sonra Kongreye sunulan diğer eserlerle birlikte kitap haline getirilen ‘Eshab-ı Kehf’in yeri ‘ konulu çalışmasını kaleme alan Şevket Beysanoğlu Bey bu dağdan RAKİM dağı olarak bahsetmiş,parantez içinde de Eshab_-ı Kehf dağı olduğunu belirtmiştir.
7.Mağaranın bulunduğu dağın tepesinin bazı haritalarda ‘Rakim’tepesi olarak geçmesi
Yakın tarihlere kadar birçok haritada mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab_ül kehf,tepesinin ise Rakim tepesi olarak geçtiği bilinmektedir.
8.Olayın geçtiği dönem bölgenin Doğu Roma imparatorluğu hakimiyetinde bulunması
Olayı araştıranlarca olayın geçtiği dönem olarak Roma imparatorluğu genel kabul görmüştür.Hristiyan kaynaklarına göre olay Hz.İsa’dan sonra 201 ile 254 yılları arasında hüküm süren Decius(Dekyanus=Dakyanus) döneminde yaşanmıştır.Lice bölgesi,MS 226 yılına kadar Roma-Part,226 yılından sonra ise Roma-Sasani egemenlikleri arasında iktidar savaşlarına sahne olmuştur.Dakyanus Antik kentinin Roma döneminden kaldığı neredeyse %100’e yakın bir oranda ispatlanmıştır.Selevkoslar dönemine ait olabileceğini iddia edenler varsa da Dakyanus kentinin Roma mimari yapılarını barındırması bu iddiamızı güçlendirmektedir(Bkz.tarihi eserler bölümü)
9.Yöremizde Eshab-ül Kehfle ilgili birçok efsanenin olması(Bkz:Lice efsaneleri bölümü)
10.Kehf süresine konu olan 3 olaya ait bulguların da bölgemizde varolması
Kehf süresindeki  başlıca üç olayın izlerine de bölgemizde rastlanmaktadır:
a)Eshab-ı Kehf kıssası:Eshabı kehf olayına ait bir çok bulgu ve efsane bölgemizde mevcuttur.
b)Hz.Musa ve Hz.Hızır(AS) kıssası:Diyarbakır’ın doğusunda ve Dicle nehrinin kuzeyinde Hızır İlyas köyü vardır.1970 sayımına göre burası 40 haneli ve 212 nüfuslu bir yerleşim merkezidir..Daha kuzeyde Kani Hızır(Hızır pınarı )vardır.Hızır (AS)’nın Birkleyn mağaralarında Hz.Musa ve İskender-i Zülkarneyn ile buluştuğuna dair efsaneler halk arasında anlatılmaktadır.(Bkz.Efsaneler bölümü)
c)Zülkarneyn kıssası:Eshab-ı Kehf’in 10-20 km kadar kuzeyimnde Zülkarneyn mağaraları vardır.Bu mağaraların 9-10km kadar batısında ise Zülkarneyn kalesi harabeleri mevcuttur.
         Hillar mağaraları Ergani’nin 7 km. güneybatısındadır.Kayalıklardaki belli başlı kalıntılar kayalığın güneydoğu kesimindeki en yüksek tepede akropol,Hilar köyünün güneyindeki dik kayalıkta kale,kayalığın doğu cephesinde 3 geniş bir bölüm ve 7 sütunun olduğu kervansarau,kervansarayın girişinde eski bir mezar odası ayrıca mescit olarak kullanılan mezar odası vardır.Kayalığın çevresinde çok sayıda mezar odaları vardır.Dış cephelerde Roma üslubunda kabartmalar,Sami yazıları,İran üslubunda figürler mevcuttur.
          
  Anuş Peygamberin bulunduğu Otluca köyünün bitişiğinde eski ismiyle Kikan mağaraları yeni ismiyle Kralkızı mağaraları bulunmaktadır.Görüntü itibariyle  buraya 1 km ötedeki Hilar mağaralarında normal vatandaş yaşarken Kralkızı mağaralarında elit tabaka ve idareciler kalmaktaydı.Burada mağaralar,zindanlar,hamamlar,gözetleme kuleleri,lahit,havuzlar,çıraların konacağı yerler,tırtıllı merdivenler,imalathaneler bulunmaktadır.Bölge ciddi bir şekilde altın arayıcılarının tacizi altındadır.Korunmaya muhtaçtır.İlk insanın yaşadığı bu mekanda ilk peygamberlerden Hz.Ademin torunu Anuş peygamberin yaşaması kronolojik olarak önemli bir uygunluk arzetmektedir

 

Bir söylem olarak da Erganinin Hz.Yunus tarafından yapıldığı söylemi de arkeolojik açıdan da önemli bir hususiyeti ortaya koymaktadır.
           Kulp ve Eğil mağaraları vs. de Mağara turizmine elverişlidir.Diyarbakır il sınırları içinde 3579 mağara vardır.
İ.Kılıç Kökten’in bir araştırmasına gör Diyarbakırda 1161’i yapay,2418’i doğal 3579 mağara vardır.
Şevket Beysanoğlu:Kuruluşundan günümüze kadar Diyarbakır tarihi..Diyarbakır.Müze Şehir. S:39
           Silvan’dan 7 km .uzaklıkta Hassuni’de 300’e yakın mağara vardır,küçük bir kent izi vardır,bir mağaradan diğerine  su gitmesi için tertibatlar yapılmış,taşlar ve kaya parçaları yontularak o dönem su ihtiyaçlarını karşılamak için kuyular,oturma yerleri ve yataklar yapılmıştır.

      

Çınar Reşan çayı kenarındaki mağaralar da ilginç yapılardır.
           Kocaköy’de pamuk çayın Seri kaniyan/Pınarlar başı,Karaz mağaraları mevkinde 60-70 hanelik mağara köy kalıntısı vardır.
           Diyarbakır Terkan bölgesinde Zoğnin mağaraları ve harabeleri  arkeolojik incelemeye değer bir bölgedir.
           Diyarbakr merkez Ekünciler köyünde 100 adet civarında bir veya iki odakı ,içinde pencere ve yatakların olduğu  oyma el yapım mağaralar vardır.Burada ayrıca doğal olarak  da bir mağara mevcuttur.
                Hilar mağaraları bölgesinde piknik yapılmaktadır.Hassun mağaraları da yol üzerindedir.Bu mağaralar işletilmek üzere özel sektöre kiraya verilebilir.
                Turizm bakanlığı 2004 yılında Hassun mağarası ve Silvan sur onarımı için 1 trilyon ödenek ayırmıştır.
                Hassuni mağaraları Kapadokyayı andırmaktadır.Silvan belediyesi AB kültürel mirası geliştirme proğramı çerçevesinde mağaraların belediyeye tahsisini istemiştir.Tahsisden sonra proje yapılıp turizme kazandırmak için projeyle AB kültürel mirası geliştirme proğramına başvurulacaktır.Buraya gelen turistlerle  Silvan ekonomisi kalkınabilir.
                 Ergani belediyesinin de aktivite gösterip Hilar mağaralarına sahip çıkmasını temenni ediyorum
Dicle'de , Ekrek yakınındaki Oyukkaya mezarları, Kral Kızı Taşı ve aynı kaya üzerindeki Efsane mezar ilk akla gelen yerleridir.
Dicle İlçe merkezinde 1960 yılında yapılan bir kazıda, üzerine üzüm motifleri işlenmiş büyük taşlardan yapılmış sütun başlıkları, eski mezarlar bulunmuştur. Bunlardan başka ilçe merkezinin dayandığı tepelerin üzerinde, yamaçlarında ve bazı köylerinde halen muntazam oda şeklini koruyan mağaraların bulunması tarihi yerleşimi ispatlayıcı örneklerdir.
İlçe merkezinde 1960 yılında yapılan bir kazıda, üzerine üzüm motifleri işlenmiş büyük taşlardan yapılmış sütun başlıkları, eski mezarlar bulunmuştur. Bunlardan başka ilçe merkezinin dayandığı tepelerin üzerinde, yamaçlarında ve bazı köylerinde halen muntazam oda şeklini koruyan mağaraların bulunması tarihi yerleşimi ispatlayıcı örneklerdir.


    Kulp, Kanikan Mağaraları,  ile ünlüdür.
Çınar; göksu ırmağı yanındaki mesire yeri,
Bismil:İlçe yeni kurulduğu için burada herhangi bir tarihi anıt bulunmamaktadır.Ancak Türkmen Hacı Köyü’nde Kabasakal, Sarısakal ve Yedi Kızlar Türbeleri Koği Tepe, Saladum ve Matar Köylerinde bulunan höyükler incelenmeye değer enteresan yerlerdir.

    Kocaköyde Kalkolitik Çağdan beri meskun yerlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Pamukçay'ın seri Kaniyan/ Pınarlarbaşı "Karazlar Mağaraları" mevkiinde 60-70 hanelik bir mağara-köy kalıntısı, Kafiran ve Arduç kale/koruganları, Şaklat köyündeki kaya mezarları Anbar Vadisindeki haçar Köşkü, Kartalkaya ve Percere kralı mezarları, yine Anbar Vadisindeki oyma ahır, Karma Höyüğü, Aşağı Höyük, Anbar köyündeki Müslüman ve Kafir höyükleri, Til Tapan ve Çatepe Höyükleri, Anbardaki kabartma ve oyma şekiller, Kortık ören yerleri, selam Mağarası ve civarı, Kortık'taki bir Karain, bir beldibi olabilecek Uyuz Mağara, bu görüşümüzü destekleyen tarihi ören yerleri arasında sayılabilir. Ancak ne yazık ki; sayılan bu yerlerin hiç birinde en ufak bir resmi araştırma yapılmamıştır. Dolayısıyla buralar çok hızlı tabiat ve insan tahribatına açıktır.www.diyarbekir.com         

DİYARBAKIR’IN BÜYÜLEYİCİ MAĞARALARI-


  Diyarbakır’da bunca mağaranın oluşu oldukça etkileyici. Hemen hemen her ilçede bir çok mağaraya rastlamak mümkün. Fakat ne acıdır ki yaptığımız onca araştırmaya rağmen bu eşsiz doğa harikalarına dair detaylı bir bilgiye rastlayamadık. Mağaraların sadece adı verilmekte, bunlara dair hemen hemen hiçbir bilgi aktarılmamakta. Bunun nedeni ise mağaralara yönelik hiçbir araştırmanın ve çalışmanın yapılmamış olması.

Yapılan araştırmalarla günümüze dek ulaşabilen aletlerden anlaşıldığına göre özellikle Eski Taş Devri (Paleolitik) ve Orta Taş Devri (Mezolitik) olmak üzere çeşitli çağlarda insanlar kayaları oyarak evler hatta koca koca şehirler yapmışlardır.
Bu mağara şehirlerinde her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştür. Belki o dönemde elektrik nedir bilinmiyordu. Ama yiyeceklerini soğuk hava deposunu aratmayan mağaralarda stoklayıp korumuşlardır. Yine aynı şekilde o yıllarda buzdolabı ile tanışmışız. Testiye konup mağaranın içine konulan suyun 40 derece ısıda dahi soğukluğu buzdolabının yarattığı soğukluktan az değildir. Belki o dönemde pompanın ne olduğu bilinmiyordu ama birleşik kaplar usulünü uygulayarak kayaları oyup 100 m. yükseklikteki ve içinde 2000 mağaranın bulunduğu kalenin her yerinde su taşıyarak mühendislik harikaları yaratıp yaşam standartlarını yükseltmişlerdir. O dönemdeki insanlarımız ekmeklerini taştan çıkardıkları gibi, sularını da taştan çıkarmayı başarmışlardır. Kimi yerde şehir kuşatma altında kaldığında 100 metre yüksekliğindeki kayayı merdivenler şeklinde oyarak Dicle Nehrinin tabanından gizli bir şekilde su ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Yine aynı şekilde binlerce ton kapasitede kaya sarnıçları kazarak yağmur suyundan faydalanmak imkanı oluşturmuşlardır.

İşte böyle muazzam yapıların incelenmesi geçmişin aydınlanması ve tarih içerisinde yaşayan insan gruplarının yaşam şekilleri hakkında daha kapsamlı bir bilginin edinilmesi açısından oldukça önemlidir.
Elbetteki bu yapay mağaraların dışında bir de doğal mağaralar vardır. Bu doğal mağaralara da tarih süreci içerisinde birçok topluluk yerleşmiş ve kendilerine dair bir çok ipucu bırakmışlardır. Duvarlara çizilen resimler, şekiller, yazılar, açılan oyuklar, tüneller, birbiri içine girmiş bir labirenti andıran odalar... Tüm bunlar geçmişe ait bir çok bilgiyi bünyesinde barındırmaktadır.
Mağaraların ilgi çekici diğer bir yönü ise bazılarının kimi hastalıklara iyi geldiği gibi bazılarının da insanı büyüleyici sarkıt ve dikitlerle süslü olmasıdır.
Velhasıl, doğru değerlendirildiği takdirde mağaralar bir ülke için oldukça büyük yararlar sağlayabilir.

 Mağaraları da aynı şekilde sahipsiz, bakımsızdır. Restore edildiği takdirde büyük turist patlamasına yol açabilecek yığınla mağarayı değerlendirmeyi bir tarafa bırakın yok edilebilmesi için büyük çaba sarf edilmektedir. Sular altında bırakılmaya çalışılan Hasankeyf bilinen bir örnek. Binlerce mağara arasından restore edilen bir kaçı dışında bir çoğu ahır olarak kullanılmakta.

Bölgemizde durum böyleyken dilerseniz mağara turizmine dair diğer bölgelerden bazı haberlere şöyle bir göz atalım:
"Muğla Valiliği, içinde doğa! sarkıt ve dikitlerin bulunduğa Yerküpe Mağarası'nı ışıklandırarak turizme kazandırdı...
"Gümüşhane'nin en önemli turizm varlıklarından olan Karaca Mağarası'nı 2004 yılı turizm sezonunda 44 bin 754 kişinin gezdiği bildirildi.
Gümüşhane İl Özel İdare Müdürü M. Salih Baldız, mağaradan 2004 turizm sezonunda elde edilen gelirin ise 70 milyar 935 milyon lira olduğunu açıkladı. ...Karaca Mağarası'nın tanıtımına büyük önem veriliyor. Gümüşhane Valisi Veysel Dalmaz, Karaca Mağarası ile birlikte il genelinde bulunan diğer damlataş mağaralarının da bir an önce turizme kazandırılması için 2005 yılında çalışmaların devam edeceğini belirtti."
"Denizli'deki mağaralar, yerli ve yabancı turistlerin gözdesi haline geldi. Denizli Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, Kaklık Mağarası'nı 60 bin, Keloğlan Mağarası'nı ise 35 bin kişinin gezdiğini bildirdi.
...Denizli'de Turizm Haftası etkinlikleri mağarada başladı."
"Zonguldak'ın Ereğli ilçesi belediyesince düzenlenen "11. Uluslararası Sevgi, Barış, Dostluk, Kültür ve Sanat Festivali" kapsamında Sefarad Grubu, Cehennemağzı Mağaraları'nda bir konser verdi."

İşte, bölgemiz ile diğer bölgeler arasındaki fark! Bizimkiler sular altında kalıyor, ahır yapılı-yor, iç duvarlarına özenle oyulmuş yazı ve şekiller kazılarak tahrip ediliyor...
Hangi birine yanalım?... Hasankeyfe mi? Hassun'a mı? Hilar'e mi...?

 Amed'in (Diyarbakır)Mağaralarına gelelim ...
Amed'de 3579 mağara var dedik. Bu mağaraların 1161'i yapay, 2418'i ise doğal. Bu doğal ve yapay mağaralara Amed'in hemen hemen her ilçesinde rastlamak mümkün. Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi bunlara ilişkin herhangi bir araştırma ve çalışma yapılmadığından bunlara dair detaylı bilgilere sahip değiliz. Bırakın tümünü, en iyi bilinen Bırkleyn, Hassun ve Hilar'a dair bilgiler dahi yok denecek kadar kısıtlıdır.

Çınar'ın Piribrahim Mağarası, Kulp'un ise Kanikan Mağaraları ünlüdür.
Piran ilçe merkezinin dayandığı tepelerin üzerinde, yamaçlarında ve bazı köylerinde halen muntazam oda şeklini koruyan mağaralar bulunmaktadır.
Diyarbakır Terkan bölgesinde Zoğnin Mağaraları ve harabeleri yer alır.
Çeme Reş civarında da oldukça ilginç mağaralar vardır.
Diyarbakır merkez Ekünciler köyünde 100 adet civarında bir veya iki odalı "içinde pencere ve yatakların olduğu oyma el yapım mağaralar vardır. Burada ayrıca doğal olarak da bir mağara mevcuttur.
Lice'de büyük bir öneme sahip Ashab-ı Kehf Mağarası ünlüdür.
Eğil ise oldukça etkileyici ve güzel mağaraları ile bir harikadır. Özellikle Zülküf Peygamberin olduğu yerden baraj suları arasında kalan kaleye baktığınızda bir çok mağaranın sıraya dizilmiş olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Oldukça büyüleyici bir görüntüsü olan bu mağaralar öylesine güzel bir mekandadır ki orada yaşama isteği içinizde oluşur.

Kocaköy de mağaralar açısından oldukça zengindir. 200’den fazla oyma mağara vardır bu ilçemizde. Bunların önemli bir kısmı Karaz, Şaklat ve Mendan mağara köylerinde toplanmıştır. Karaz Mağaraları mevkiinde 60-70 hanelik bir mağara-köy kalıntısı bulunmaktadır. Şaklat'ta 15, Mendan'da ise 10 kadar mağara bir aradadır. Ayrıca merkez kasabanın 4 km kadar batısından güneye doğru akmakta olan Ambar Çayı civarında bulunan tabii mağaralardan birkaçı ve özellikle de Uyuz Mağara, ihtiva ettikleri kalıntılardan, tarihöncesi çağlardan beri barınak olarak kullanıldıkları açıkça anlaşılmaktadır.
Aslında Kocaköy'ün taş çağlarından beri yoğun bir iskân dokusu ile meskun olduğu, çevrede bulunan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu konuda yapılmakta olan araştırmalarda, başta yörede karga bıçağı denen obsidiyen ve sileks olmak üzere, çeşitli çakmak taşlarından yontulmuş araç gereç, bol miktarda bulunmaktadır. Hatta, Ambar vadisinin Goza Çelo mevkiindeki Karna höyüğünün 150 m. kadar uzağına düşen bir tarlada obsidiyen malzeme o kadar bol bulunur ki, zamanında bir obsidiyen satış merkezinin burada bulunduğuna, yahut en azından buranın, bu malzemeyi taşıyan bir kervana her nasılsa son durak olduğuna dair kanaat hasıl olmaktadır. Zira İlk Çağ tarihi ile ilgilenenler obsidiyenin ne kadar önemli bir malzeme olduğunu iyi bilirler.

Hz. Adem'in torunu Anuş Peygamber'in bulunduğu Otluca Köyü'nün bitişiğinde eski ismiyle Kikan Mağaraları yeni ismiyle Kralkızı Mağaraları bulunmaktadır. Görüntü itibariyle buraya l km. ötedeki Hilar Mağaraları'nda normal vatandaş yaşarken Kralkızı Mağaraları'nda elit tabaka ve idareciler kalmaktaydı.

Hilar Kayalıkları yada Hilar Mağaraları olarak bilinen bölgede ise mağaralar, zindanlar, hamamlar, gözetleme kuleleri, lahit, havuzlar, çıraların konacağı yerler, tırtıllı merdivenler, imalathaneler bulunmaktadır.
Hillar Mağaraları Ergani'nin 7 km. güneybatısındadır. Çayönü'nün hemen ilerisinde. Çayönü Boğazçay olarak adlandırılan çayın sağ tarafında, Hilar Kayalıkları ise sol tarafındadır.
Roma döneminden kalan Hillar'de bulunan belli başlı kalıntılar şunlardır: Kayalığın en yüksek kesimindeki tepede akropol yani eski Yunan'a ait içinde saray ve tapınaklar bulunan bir İç Kale mevcuttur. Köyün güneyindeki dik kayalıkta ise bir kale mevcuttur. Kayalığın doğu cephesinde insanı hayretler içerisinde bırakacak oldukça büyük ve geniş 7 sütunlu bir kervansaray yer alır. Büyük bir kayalığın içine oyulmuş bu kervansaraydan içeri girdiğinizde çok geniş bir alanla ve koskocaman sütunlarla karşılaşırsınız. Kare şeklinde yapılmış sütunların her bir kenarı 1-1,5 m. kadar vardır. İlginç olan şu ki bu koca sütunlardan birkaç tanesi tabanından ve tavanında kesilerek çalınmıştır. Bu koca sütunların yerinden çıkarılması insanı hayretler içerisinde bırakıyor. Tahribatın bu türlüsüne de pes doğrusu...

Kervansarayın girişinde ise eski bir mezar odası yer alır. Aslında çevrede oldukça çok mezar odaları mevcuttur. Genelde her bir odanın içinde üç tane mezar nişi bulunmakla birlikte üçten fazla mezar nişinin bulunduğu odalarda mevcuttur. Bu mezar odalarından kimisinin dış cephesinde Roma üslubunda kabartmalar, Sami yazılar ve bazı figürler mevcuttur. Kralkızı olarak adlandırılan mezar odasının girişinde bir kral ve yanı başında oturan bir kız resmi kabartmasını rahatlıkla görebilirsiniz. Etraflarında ise bazı yazılar ve ilginç şekiller mevcuttur. Diğer mezar odalarının da girişlerinde buna benzer kabartmalar ve şekiller bulunmakta ve bakıldığında ne olduğu net bir şekilde görülebilmektedir.
Ayrıca bu mağaralar (mezar odaları, kervansaray...) kışın oldukça sıcak olduğu gibi yazın ise fazlasıyla serindir. Hatta yazın o kavurucu sıcağında mağaraların içinde özellikle kervansaray olarak adlandırılan bölümde üşümeniz mümkündür. Fakat mağaraların içi oldukça kirli ve kötü kokuludur. Hiçbir bakım ve temizlik yapılmış değildir. Zaten herhangi bir restorasyonun yapılmış olduğunu düşünmek hayal olurdu.
Koca kayalara oyulan bu mağaraların ilerisinde ise "kırk merdiven" diye adlandırılan fakat içine toprak dolmuş olduğundan sadece 10-15 basamağını inebileceğiniz yukarıdan aşağıya kadar sizi ulaştırdığı söylenen merdivenler mevcuttur.
Bunların dışında Hilar Köyü'nde bulunan taşlara ve kayalara baktığınızda alışılmışın dışında bir kaya yapısı ile karşılaşırsınız. Kayaların çoğu yassı olup üzeri dümdüzdür. Ve üstünde ve kenarlarında sanki zamanla suyun aşındırmasından oluşmuş ince su yolları oluşmuş. Kayalıklar öylesine güzel dizilmiştir ki sanki özellikle dizayn edilmiş olduğunu düşünürsünüz.
Tarihi çok eskilere dayanan ve Hz. Adem'in torunu Enuş (Anuş) Peygamber'in yaşadığı bu topraklar, gerçekten Allah'ın bize ve atalarımıza bahşettiği, harika yerlerdir.

Benzer güzellikte başka bir yer ise Silvan'da, Silvan'ın 8 km. uzağında Malabadi'ye giden kara-yolu güzergahında yolun hemen sol tarafındadır.
HasunHassunHasunaHassuna ya da bilinen adıyla Hasunî Mağaraları...
Özel bir turistik hizmet yapılmamış olsa da Hasun'a gitmek oldukça rahattır. Malabadiye giden arabalara binip sol taraftaki sıra dağlara bakarsanız Silvan'dan 8 km. uzaklaştığınızda solda bu dağların içe doğru kıvrıldığını ve içlere doğru bir yolun bulunduğunu ve bu yolun bitiminde ise birkaç koca dağ üzerinde küçük küçük pencerelerin olduğunu fark edersiniz. Bu yolu ilerledikçe pencereler biraz daha netleşir. Bu pencerelerin dağa oyulmuş mağaraların pencereleri olduğunu anlarsınız.
Uzaktan bakıldığında bu mağaraların sıradan olduğunu düşünür ve atalarınızın bu dağın başına neden böyle mağaralar oyduklarına bir anlam veremezsiniz.
Yukarıya doğru yavaş yavaş ilerlemeye ve mağaraları dolaşmaya başladığınızda yanıldığınızı ve bu mağaraların hiçte göründüğü gibi sıradan olmadığını, sizi hayretler içerisinde bıraktığını fark edersiniz.

Mağaralardan yapılmış muazzam bir şehrin içerisindesinizdir…
Gerçekten akla durgunluk verecek bir şekilde yapılmıştır bu mağaralar... Sanki apartman dairesiymiş gibi bir kattan sonra bir başka kattaki mağaraya ondan da onun hemen üzerindeki mağaraya çıkmanız mümkündür. Mağaralardan yapılmış bu apartmanların kimi 3, kimi 5, kimisi ise 7 kata kadar ulaşabilmektedir. En üstteki katın penceresinden etrafa baktığınızda muhteşem bir manzara ile karşılaşırsınız. Bir deniz büyüklüğünde ova ve bu ovanın bitiminde ancak bir gölge şeklinde görülebilen ve bulutlar arasında kalmış olan dağlar...

Mağaralar ise başka bir harika... Her bir mağaranın içi bambaşka dizayn edilmiştir. Kimisinin bir şeyin asılabilmesi için tavanında halka şeklinde oyuklar açılmışken, kimisinin duvarında bir şeylerin içine yerleştirilmesini sağlayabilecek raf şeklinde küçük nişler açılmıştır. Kimisinin ise tabanında bazı oyuklar bulunmaktadır. Bu mağaralardan hangisinin mutfak, hangisinin oturma odası olarak kullanıldığına dair tahminler bile yürütebilirsiniz.
Mağaraların arasında dolaşırken kendinizi büyük bir şehirde gezintiye çıkmış gibi hissedersiniz. Bazı yüksek yerlere çıkışınızı kolaylaştıracak muntazam bir şekilde yapılmış merdivenlere rastlarsınız. Tam şehrin ortasından ve hemen hemen her eve uğrayarak geçen bir su kanalıyla karşılaştığınızda bu şehrin ne kadar muazzam inşa edildiğini daha iyi anlarsınız. Daha aşağılarda bir yerde ise daha sonraki çağlarda yapıldığı anlaşılan fakat şimdi sadece kalıntıları bulunan bir kilise mevcuttur.
Tam 300 mağaradan oluşan bu mağara şehir, görenlerde hayranlık uyandıracak teknik donanımlara sahiptir.
Mezolitik dönemde yerleşme yeri olarak kullanıldığı tespit edilen bu şehir, Kürdistan'ın en eski mağara yerleşimlerinden biridir. Antik dönemde özelliklede Hristiyanlığın ilk yayıldığı dönemde ve Orta Çağ'da çok önemli bir yerleşim alanı olmuştur.
Kimi mağaralar çökmüş olsa da bir çoğu hala dimdik ayaktadır. Diğer yerlerin yerine bu mağaraların içi oldukça temizdir. Elbetteki bunun nedeni restorasyonun yapılmış olması ve mağaraların düzenli olarak temizlenmiş olması değildir. Zira insanların buradan uzak oluşu buranın kirletilmesine ve tahrip edilmesine engel olmuştur.
Kapadokya'yı andıran Hassun Mağaraları ne acıdır ki Kapadokya'nın binde biri kadar bile değer görmemektedir. Bırakın değer görmeyi kendi halkı tarafından bile bilinmemektedir.
Dağların arasında yapayalnız ve unutulmuş bir şehirdir Hassuna... Ne geleni var, ne gideni, ne bileni... Bu kaderi sadece Hasuni yaşamıyor...

Ve Bırkleyn...
Amed'in esrarengiz Mağarası...
Bırkleyn için neler söylenmedi ki? Derinliği, uzunluğu, geçmişi ve bunlara dair efsaneleri dillere destan.

Hz. Hızır (a.s.) Bırkleyn Mağaraları'na gelmiş, bu mağaralardan birinde akan, Cennet'ten çıkıp yine Cennet'e giden Dicle Irmağı'nın kaynaklarından birini oluşturan, ölümsüzlük suyundan içmiş ve ölümsüzleşmiş.
Yine Hz. Hızır'ın bu mağaralarda İskender-i Zülkarneyn ile ve Hz. Musa ile görüştüğü rivayeti oldukça yaygındır.

Bir başka efsanede ise İskender-i Zülkarneyn bir sefere giderken, başının iki tarafında boynuz gibi iki ur çıkmış ve çok acı vermeye başlamış. İskender'e bir gün rüyasında, Lice'de bulunan Bırkleyn Mağaraları'ndaki suda yıkanırsa, boynuzlarının kaybolacağı söylenmiş. İskender-i Zülkarneyn hemen, yolunu değiştirerek, gelip Lice'yi fethetmiş. Bırkleyn Mağaraları'nın suyundan içip, başını da bu suyla yıkayınca boynuzlarından biri hemen yok olmuş. Diğeri ise kısa bir süre içinde iyileşmiş.
Bırkleyn öylesine derindir ki içinde bir saat kadar yürüdükleri halde sonunu göremediklerini söyleyen köylüler oldukça çoktur. Öyle ki efsaneye göre ucunun Kaf Dağı'na çıktığı belirtilir.
Efsanelerde geçen ve ölümsüzlük suyu olarak nitelendirilen Bırkleyn Suyu, Dicle Nehri'nin iki ana kaynağından biridir. Bu su, yerin altında doğal bir tünelden geçtikten sonra yeniden yeryüzüne çıkar. Bu özel oluşuma Bırkleyn Mağaraları ya da Dicle Tüneli adı verilir. Antik dünyada, Bırkleyn Suyu'nun kaybolduğu bu yere "dünyanın bittiği yer" gözüyle bakılmıştır. Plinius, bu geçidi "ölülerin yer altı dünyasına giriş yerlerinden biri" olarak yorumlar.

Lîce-Bingöl arasında bulunan Bırkleyn Mağaraları, birbirine paralel uzanan iki kayalığın içinde olup üç tanedir.
Elbette Bırkleyn Mağaraları sadece derinliği, uzunluğu ve ölümsüzlük suyu ile ünlü değildir. Bırkleyn'e ait çok önemli bir nokta ise Asur Krallarından kalma yazıt ve kabartmalara rastlanmış olması ve gerek Asurlar'dan önce gerekse Asurlar'dan sonra burada yoğun bir şehirleşmenin olmuş olduğudur.
Bırkleyn Mağaraları'ndaki Asur yazıt ve kabartmaları, ilk kez 1862 yılında bir İngiliz konsolosu tarafından keşfedilir. Daha sonra Andreas Schechner tarafından bir yüzey araştırması yapılır. Bu araştırmada Asurlara ait yazıt ve kabartmaların M.Ö. 1100 ile 850 yıllarına ait olduğu tespit edilir. Çalışmalarını 5 yazıt ve 3 kaya kabartmasına dayandıran Andreas, mağaralarda insan yapımı kalıntıların varlığından ve buluntuların ışığında o mıntıkanın M.Ö. 6000 yılından itibaren kullanıldığından, en yoğun dönemi ise Bizans ile Selçuklu dönemlerinde yoğun bir şehirleşme ile yaşadığından bahseder.
Bırkleyn Suyu'nun açıktan aktığı bir numaralı mağarada Asur Kralı I. Tiglatplaser'e ait iki stelle iki kitabe mevcuttur. Stel ve kitabeler mağaranın kuzey yüzünde ve oldukça yüksekte bulunduğu için tahrip edilememiştir. Kitabelerden biri stelin ön cephesindedir. Hükümdar, eliyle kitabeyi işaret etmektedir. Diğer kitabe stelin arkasına düşmektedir. Kitabe yosun bağlamış ve zamanla silik bir hale gelmiş olduğundan resmini anlamak mümkün değildir.
III . Salmanassar'a ait olan stel ile 2 adet çivi yazılı kitabe ise bu mağaranın biraz ötesinde ve yüksekte bulunan başka bir mağaranın batıya bakan yüzündedir. Stel ve kitabe insan elinin yetişebileceği bir yükseklikte olduğundan taşlarla tahrip edilmiş ve bugün zor fark edilir bir hale getirilmiştir. Bu stelinde hükümdar, mağara içinde bulunan ikinci bir mağarayı işaret etmektedir. Bu ikinci mağara, birincisinin devamı gibi ise de 15 m. yükseklikte ve 12 m. genişliğindeki ağzında, bir buçuk metre kalınlığında çok eski olduğu belli olan bir duvar temeli vardır.

Diğerlerinden daha büyük olan üç numaralı mağara ise, bir doğa harikasıdır. Onbinlerce yılda oluşan sarkıt ve dikitleri ile bu mağara, yöre halkı tarafından astım tedavisinde kullanılmaktadır. Yine bu mağarada Kuzey Mezopotamya'ya özgü, Hassuna-Samarra seramikleri bulunmuştur.
Bunların dışında Bırkleyn Mağaraları'nın astım hastalıklarına çok iyi geldiği ve bir çok astım hastasının burada şifa bulabileceği saptanmıştır.
Mağaralarımıza ilişkin daha bir çok şey sayılabilir.

Tüm bu güzellikler bizim. Ülkemizin bu güzelliklerinden ve zenginliklerinden bêhaber olma-yalım. Tarihimizin yok edilmesine inat bizler bu tarihi Araştıralım, Öğrenelim, Sahip çıkalım.. Hamza AKSAL.
http://www.mizgin.net/modules.php?name=News&file=article&sid=770

Kaynakça:
*Diyarbakır-Müze Şehir-YKY
*İnternet siteleri
*Zeki Dilek- Lice
*Kürtlerin İlk ve Ortaçağ Tarihi-Tori
*İnternetten GAP Projesi Araştırmaları
* www.licem.com

ÇAYIRDERE MAĞARASI İLGİ BEKLİYOR

DİYARBAKIR - Diyarbakır’ın Ergani İlçesi’ne bağlı Çayırdere Köyü yakınlarında bulunan mağara, görenleri büyülüyor. Ergani İlçesi’ne 25 kilometre mesafedeki Çayırdere Köyü’nde bulunan ve doğa harikası olan Çayırdere Mağarası, keşfedilmeyi bekliyor. İçerisinde sarkıt ve dikitlerin bulunduğu, oluşumu binlerce yıl öncesine dayanan ve köylüler tarafından keşfedilen mağara, kaderine terk edilerek define avcılarının uğrak yeri haline geldi.

Oluşum tarihi henüz belirlenemeyen, 40 metre ilerledikten sonra 3 ayrı kola ayrılan, 4 metre yüksekliğinde ve 35-40 metre genişliğindeki Çayırdere Mağarası, turizme kazandırılmayı bekliyor. Köyün güneyindeki mağaranın uzunluğu bilinmiyor. Mağaraya terör nedeniyle kimse giremez hale gelirken, büyüklüğünün bir köy kadar olduğunu iddia eden Çayırdere köylüleri, mağaraya girerken kaybolmamak için bellerine ip bağladıklarını söyledi.dsöz 
Eğil’de Kayalardan Yapay Mağaralar:
Oynua (yapay) mağaraların çoğu, baraj gölü altında kalan “Deran” denilen bölgede bulunur. Su seviyesinden kurtulan mağaralar görülebilir.
Deran Bölgesindeki mağaralar; kayalara cadde açılarak, caddenin sağ ve soluna yüzlerce mağara kazılarak bir şaheser meydana getirmişler.
Basri Konyar 1936 Diyarbekir yıllığında
Eğil kalesinin alt yanlarında derin bir vadiyi izleyen yolun her iki tarafında bir çok mağaralarla delik deşiktir.Bunların içinde yine mağara oyulurken ortaya çıkarılmış üçer sed,r vardır.Medhalleri küçük ve mıntazamdır.Kalenin bulunduğu mevkiin şimal taradında (Sultanım) suyunun altında (Kayaz)mağaraları bulunur’der
Eğil ilçesinde mağaralar
 
 1936 yılında Basri Konyar mağaralar Eğilin her tarafında mebzulen bulunur.Bazı mağaraların methallerinde sağlı sollu çok kadim bir zamana ait olduğu nakış tarzından belli insan resimleri mahkuktur.Alibeganda yer altı mağaraları ve gizli kapılarile meşhurdur.Selman kuyuları mevkiinde bu yer altı mağaralarından çok bulunur’demektedir.

H. Basri Konyar.Diyarbekir Yıllığı.1936.s.271,281

Eğil mağaraları
 
 

İ.Kılıç Kökten’in bir araştırmasına göre Diyarbakırda  3579 mağara vardır.
Şevket Beysanoğlu:Kuruluşundan günümüze kadar Diyarbakır tarihi..Diyarbakır.Müze Şehir. S:39
Bu özellik Diyarbakır’ın kurucusu olan Hurri halkına isim kaynağı olmuştur.
Hurri ,babil dilinde ‘Mağara anlamına’ gelir.

DoçDr.Vecihi Özkaya,Yrd.Doç.Dr.Gürol Barın.Hasan Kunağ..Diyarbakır ulu camii kitabeleri.2001.s.6

 Tarihte Bırkleyn

(Prof.Dr.Emrullah Güney)

Kocaköy-Arkbaşı mağaraları
 
 
 

 
 
Mağaralarda 3-4 odaya rastlanabilmekte
 
Mağara Camii
 

 

Hasuni Mağaraları Turistik Hale Gelsin








Silvanlılar, orta çağın ilk yerleşim merkezi olan Hasuni mağaralarının turistik hale gelmesini istedi.
FERHAT PARLAK - www.silvanmucadelegazetesi.com
Hasuni mağaraları Silvan'ın doğusunda kalıp şehirden 7 Km. uzaklıkta bulunan Ha¬suni mağaraları inanılmayacak bir güzelliğe sahiptir. 
Çok eski bir yer¬leşim merkezi olan Hasuni'de yaklaşık olarak 300'e yakın mağara vardır. Bu mağaraların içinde bir mağarada diğer bir mağaraya su gitmesi için taşlardan tertibatlar yapılmış. 
Taşlar ve kaya parçaları yontulmak su¬retiyle o dönem su ihtiyaçlarını karşılamak için kuyular, oturma yerleri ve yataklar yapmışlar. 
Turistlerin yol güzergâhı üzerinde bulunan ancak bugüne kadar bu¬raya her hangi bir bakım yapılmadığından ve yol kenarına Hasuni ma¬ğaralarını gösterir. 
Tabelalar konulmadığı için turistler burayı görmeden geçmektedirler. 1990 yılında Hasuni mağaralarının hemen yanında Diyarbakır Eski Eserler ve anıtlar bölge müdürlüğünce bir arkeoloji çalışması yapılmış ve küçük bir kentin izine rastlanılmıştır. 
Tarih kokan Silvan'ın tarihi yapılarına olan ilgisizlikten ve sorumsuzluktan dolayı yetkililere tepkili olan Silvanlılar, ortaçağın ilk yerleşim yeri olan 300 mağaralı Hasuni Mağarası turizm'e kazandırılmasını isteyerek, tepkilerini şöyle dile getirdiler:
 “Belediye'nin ve kaymakamlığın ilçe'nin tarihini tanıtmakla ve yerli ve yabancı turistlere ilçemize çekmekle çok pasifler. Bugün Hasuni Mağaraları Ortaçağın ilk yerleşim yerlerinden biridir. Hasuni mağaraları gölgesinde bulunan moloz yığınlarının oradan toplanmasını istiyoruz. Türkçe ve İngilizce Hasuni Cave's diye büyük tabelalar yola bırakılıp yabancı turistleri Hasuni mağaralarına çekmek gerekir. En azından yılda bir defa Hasuni mağaraları dibinde bir dizi etkinlikler düzenlenip ilçe'deki tarihi önemin vurgulanması gerekir. Silvan tarihinin tanıtımı ve Hasuni Mağaraları için farklı farklı tanıtım broşürlerin basılması gerekir. Hasuni mağaralarına çıkmak için yolların yapılması gerekir. Tarihi değerlerimiz bizlere bırakılan miras değildir. Kısa zamanda Hasuni mağaraları etrafında çevre düzenlemesinin yapılmasını istiyoruz. Hasuni mağaraları ve diğer tarihi yapılarımız bizlere bırakılan ve geçmişe sapasağlam devretmemiz gereken emanetlerdir. Emanete hıyanet edilmemeli” diye tepki gösterdiler

Çayönü
Dünyada ilk mozaikler Çayönü’de kullanıldı. Bölgemizde, tarihe damgasını vurmuş ören yerleri arasında Ergani ilçesi yakınındaki ÇAYÖNÜ höyüğünün önemli yeri vardır.
Mezopotamya’nın bereketli topraklarının bir ucunda yer alan ÇAYÖNÜ, eski kayıtlarda adı “Yanari Dağı” olarak geçen yarı sönmüş volkanik, Zülküf Dağı’nın eteklerinde uzayıp giden Ergani ovasında ve ilçeye 7 kilometre uzaklıktadır.
 ÇAYÖNÜ de, Mezopotamya’daki diğer medeniyetler gibi bir akarsuyun kenarında, Boğazçay deresinin kuzeyinde kurulmuştur.
 Günümüzden en az 10 bin yıl önce, mağaralarda ilkel bir yaşam süren, ya da göçebe yaşayan insanların dünyada ilk kez düze inip yerleşik yaşama geçtikleri ve tarım yaptıkları yer olduğu kanıtlanan ÇAYÖNÜ bölgesinde 1960’lı yıllarda yapılan bilimsel kazı ve araştırmalarda ilginç ve önemli bulgular elde edildi.
Çayönü Höyüğü ile yakınındaki Hilar köyündeki antik çağdan kalma mağaralar ve kaya mezarlarının varlığı aslında çok önceden, yüz yıl öncesinden biliniyordu.
1900’lü yılların başında bölgeyi gezen Amerikalı coğrafyacı Elswort Huntington Hilar’daki kaya mezarlarını görmüş ve bunların Hititler döneminden kalma olduğunu öne sürmüştü.
Sonrasında 1946 yılında Türk Tarih Kurumu adına bölgede geniş bir araştırma yapan İ. Kılıç KÖKTEN, Geyik İstasyonu ile Hilar köyü arasında  çakmaktaşı tabakalarına rastlamış, ayrıca da bölgede Orta Paleolotik döneme ait bir açık hava yerleşiminin varlığını da saptamıştı.
Ne var ki, İ. Kılıç Kökten’in araştırmaları öylece kalakaldı…
1963 yılına kadar.
Ne garip, 1900’lü yıllarda bu bölgeye dikkat çeken Amerikalı Huntington’dan 63 yıl sonra yine bir Amerikalı gelerek kazıları başlattı…
Bu araştırma ve kazılar sonrasında da Çayönü bölgesinin, göçebe ve mağara insanlarının ilk yerleşik düzene geçip tarım yaptıkları yer olarak tarihe geçti…
        İstanbul Üniversitesi ve Şikago Üniversitesi işbirliği ile Hilar Köyü karşısındaki Çayönü höyüğünde başlatılan kazılarda 10 bin yıl önceki insanların, mimari yapılaşmayı öğrendiklerine, bir başka deyişle medeniyete adım attıklarına dair önemli bulgular ve belgeler elde edildi.
        İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Halet Çambel ile Şikago Üniversitesi’nden Prof. Dr.  Robert J. Braidwood’un denetiminde yapılan kazılarda  M.Ö. 3’ncü bine ait bir yerleşimin altında, en az 10 bin yıl öncesine ait bir başka köy yeri bulundu.
        Gelişmiş bir mimariye sahip oldukları halde burada yaşayanlar henüz pişmiş toprak kap kullanmayı bilmiyor, ancak öğütme taşları, çakmak taşı, obsüdyen ve kemikten yapılmış çeşitli kesici ve delici aletleri kullanmayı biliyorlardı. Ayrıca burada bolca tahıl fosiline de rastlandı... Buradan elde edilen bazı buluntular Diyarbakır Müzesi’ne verildi. Bazıları da incelenmek üzere Amerika’ya götürüldü.
        O yıllarda gazeteci olarak, zaman zaman Diyarbakır Valisi Ali Rıza Yaradanakul, Tarihçi yazar Dr. Şevket Beysanoğlu ile Diyarbakır’ı Tanıtma ve Turizm Derneği Başkanı Adil Tekin’le kazı yerine yaptığımız gezilerde, buradaki ekibi her seferinde yeni bir buluntunun sevinci ve heyecanı içinde buluyorduk.
        Yıllar süren kazıların birinde bulunan taştan oyulmuş bir mezar, uzmanları çok heyecanlandırmıştı.
        Bu mezarda küçük bir çocuğun iskeletinin tıpkı ana rahminde olduğu gibi, dizleri karnına doğru bükük olarak bulunması uzmanları şaşırtmış, ilkel denilebilecek bu insanların bir ceninin ana rahminde duruş şeklini nasıl bilebilecekleri geniş yankı bulmuş, uzun süre tartışılmıştı.

        İLK MOZAİK
        Bilim adamlarını şaşırtan bir başka buluntu da burada M.Ö. 6700 yıllarında yaşayan insanların yapılarının döşemelerinde bir tür mozaik kullandıkları oldu.
        Taş döşemeli, kocaman taş duvar temelleri, kireç taşından yapılma, üst kısımları dikme taşlarla donatılmış bir yapının döşemesinin alacalı, pembe bir blokaj üzerine harca oturtulmuş ve yüzü sürtülerek perdahlanmış küçük taş parçacıklarından oluşan 7,50X9,50 metrelik bir tür mozaik ile karşılaşınca hayli şaşırmışlardı.
        O güne kadar, mozaiklerin dünyada ilk kez Romalılar tarafından Atina’da kullanıldığı sanılıyordu.
        Oysa burada elde edilen bulgularda insanların mozaiki dünyada ilk kez Diyarbakır’da ve Çayönü yerleşim yerinde kullandıkları kanıtlanmış oluyordu...
       
        ÇAYÖNÜ, ÇATALHÖYÜKTEN ESKİ
        ÇAYÖNÜ ile birlikte, Diyarbakır-Ergani yolu üzerindeki Girikhacıyan höyüğünde de araştırmalar yapan Prof. Dr. Halet ÇAMBEL, şu değerlendirmeyi yapıyor:
        “Kazı çalışmalarımızı Çayönü üzerine yoğunlaştırdığımızdan ne yazık ki Güneydoğu Anadolu’nun çok geniş alanlarını araştıramadık. Oysa buralarda Çayönü’nün çağdaşı, çok değişik buluntu topluluklarına sahip yerleşmelerin bulunması büyük bir olasılıktı. 
            Çayönü’ndeki kazılarda çoğu çakmak taşından, bir miktar obsidyenden yapılma yontma taş aletleri bulunmuş ve bol sayıda mikrolite rastlanmıştır. Murçlama ve aşındırma yöntemiyle  bazalttan yapılmış öğütme ve ezgi taşları, havan elleri, perdahlı, perdahsız baltacıklar, kemik aletler, sert kütlelerden yahut mermerden yapılmış bezekli veya bezeksiz kap parçaları, bilezik, gerdançe, boncuk, kilden insan figürleri,  çoğunlukla kadın ve hayvan heykelcikleri gibi çeşitli kalıntılar elde edildi...
        Bitki kalıntıları arasında buğdayın ilkel bir türüne rastlanmış, koyun, domuz ve köpeğin evcilleştirildiği anlaşılmış, evcil keçinin varolduğuna dair izler bulunmuştur...”
            Çayönü kazılarından önce, Anadolu’nun en eski yerleşim yerinin M.Ö. 7100-6300 yılları ile tarihlenen Konya’dakiÇATALHÖYÜK olduğu sanılıyordu.
            Bilim adamlarınca Çayönü’ndeki yerleşimin M.Ö. 7250 yılına kadar uzandığı saptanınca, buranın EN ESKİ olduğu da böylece kanıtlanmış oldu.
        Bu konuda bilim adamlarından Ufuk ESİN,  Toplum ve Bilim Dergisi’nin 6 ve 7. sayılarında yazdığı bir makalede şöyle der;
        “Şimdilik Çayönü, yalnız Anadolu’nun değil, bütün güneybatı Asya ve eski dünyada günümüzden 9 bin yılın başlarında ilk karma besin ekonomisini  gerçekleştiren insan topluluklarının yaşadığı bir yer olarak uygarlık tarihindeki yerini almaktadır.”
        TANRILARA KURBAN EDİLEN ÇOCUKLAR
        İlki 1963 yılında başlayan ÇAYÖNÜ kazıları, aralıklı olarak 1980 sonuna kadar sürdü.
        Her seferinde de ilginç sonuçlar alındı. İlginç buluntular ortaya çıkarıldı.
        Bu buluntuların en ilginci, 1984 yılındaki kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal bir binanın tabanı altında, toprağa gömülü yüzlerce insanın yanmış kafatası ve iskeletinin bulunması oldu.
        Uzmanlar ilk bakışta buranın insanların tanrıların gazabını dindirmek üzere insanları ateşe atarak kurban ettikleri bir tapınak olduğunu öne sürdüler ise de  kesin bir yargıya hala varılmış değil.
        1984 yılındaki bu kazılarda toplam 243 kafatası ve iskelet bulunmuştu..
Ankara’da 1986 yılında düzenlenen “Çayönü Kazıları” ile ilgili sempozyuma sunduğu bildiride bu konuda bilgi veren bilim adamıMetin ÖZBEK, bulunan kafatası ve iskeletlerin büyük bölümünün bebek yaştaki çocuklara ait olduğunu anlatırken şunları söylüyordu.;
        “Her cins ve yaştan toplam 243 insana ait iskelet kalıntısının gün ışığına çıkarıldığı Çayönü  yerleşmesi, yakın doğunun en büyük NEOLOTİK topluluklarından sayılmaktadır.”
        Bulunan iskeletlerin üç grupta incelendiğini anlatan Metin ÖZBEK şu bilgileri verdi.
            Birinci grupta yanmış 72 kafatası var.
            İkinci grupta 16 kişinin iskeleti olarak duruyor.
        Üçüncü grupta ise, evlerin tabanı altında ayakları karınlarına çekik HOCKER pozisyonunda 155 kişinin iskeleti yer alıyor...
        Kafatası ve iskeletlerin yapılan incelenmesinde Çayönü yerleşmesinde bebek yaştakilerin ölüm oranları hayli yüksektir. Bunların yüzde 48,6’sının doğumdan itibaren 5 yaşına gelmeden öldükleri anlaşılmaktadır.
        Yetişkinlerde ortalama ölüm yaşı 30,9’dur. 50 yaşını geçmiş olanların sayısı ise sadece 2’dir..:
            Bilim adamları, 1984 kazılarında ortaya çıkarılan bu binanın Neolotik Çağ kafatası kültü ile ilgili olarak bu güne dek Önasya’da gün ışığına çıkarılan en büyük anıtsal yapı olduğunu öne sürüyorlar.
        Kuşkusuz Mezopotamya’da Çayönü değerinde daha pek çok yöremiz var. Zaman zaman yapılan araştırmalarda, kazılarda önemli buluntular ortaya çıkarılıyor.
        Örneğin, 1988 yılında kazıları başlatılan Göksu Çayı yakınındaki Üçtepe Höyüğünde, Bismil’de Batman Çayı kenarındaki Demirköy höyüğünde, Batman’ın Kozluk ilçesi yakınındaki Hallançemi höyüğünde, bölgemiz tarihine ışık tutacak çok önemli  bulgular elde ediliyor…
        Yine de bu araştırmaların yeterli olduğu söylenemez
        Ve artık bölgemiz üniversiteleri de harekete geçmeliler… 


Mehmet MERCAN
Kaynak; Diyarbakır Yahoo mail Grubu 
Selman, Diyarbakır ilinin Eğil ilçesine bağlı bir köydür.
Köy birçok uygarlık, medeniyet ve dinlere beşiklik etmiştir. Selman Kçyü, tarih öncesi dönemlerden başlayıp, pek çok medeniyetlere beşiklik etmiştir. Orta Paleolitik Çağda (MÖ 20.000-15.000) açık hava yerleşmelerinin olduğu, 1946 yılında bu bölgede yapılan basit kazılardan anlaşılmaktadır. Sonraki dönemlerde insanların daha çok mağaralarda kaldıkları toplayıcılık ve avcılığın geçimi sağlamada yegane yol olduğu bilinmektedir. Köy etrafındaki birçok mağaranın “Ortataş” çağından kalmış olduğu anlaşılmaktadır. bunun en önemli kanıtları Selman Cibeb kalesi ve etrafındaki onlarca mağaralardan anlaşılmaktadır.
 (Vikipedi)

Diyarbakır mağaraları
Ergani-bademli köyü mağaraları
Bademli köyü

 
 
Eğil’de kilise mağara
 
Eğil’de Dicle kenarında tepede mağaralar
 
 
diyarbakır mağaralarıdan en ulvisi Yunus peygamberin 7 yıl kaldığı Fiskayadır
 

 

Diyarbakır mağaralarına bir örnek Lice-Oyuklu köyü verilebilir
 

 

ANTİK HASUN MAĞARA ŞEHRİ - SİLVAN

Antik Hasun Mağara Şehri;  Silvan’ın  6 km. doğusunda ve tarihi Malabadi Köprüsü yol güzergahında yer almaktadır. Anadolu’nun en eski mağara yerleşim yerlerinden bir olan antik Hasun Mağara Şehrinde,  Mezolitik dönemde yerleşim görülmüştür.Antik dönemde özellikle , Hristiyanlığın ilk yayıldığı dönemlerde ve orta çağda önemli yerleşim alanlarından biri olmuştur. Mağaraların aralarında kaya merdivenler, sarnıçlar ve su arkları , oyularak yapılmış kaya kiliseleri  gibi sosyal ve kültürel ihtiyacları karşılayacak yapılar yapılmıştır. Ayrıca  Orta çağda inşa edilmiş bir kilise de bulunmaktadır.
Her yıl yurt dışından ve yurtiçinden  binlerce insanın ziyaret ettiği,  300 mağaradan oluşan ve kapladığı alan itibari ile Türkiye'de emsal teşkil  Antik Hasun Mağara Şehri, uzmanlar tarafından araştırılması ve tanıtılması gereken önemli turistik merkezlerden biridir. 
Nejat SATICI
Tepe/ Başhan  köyü yakınında mağaralar
 

Bismil Kavuşan höyük yakınında mağaralar.(Diclenin altından geçtiği ifade ediliyor)
 
 
Eğil baraj gölü mağaraları
 

 
Hilar mağaraları ve kabartmalar

 

 

40 basamaklı merdiven                                                         sarnıç
 
                                                                           

                                                          
Hilar’dan Ergani
Kabartmalar
 

 

Yazıt

 

 

 


Mağara ve kapısı

 


 






Yazıt


 



 


 


Çayönü

Hilar’dan Siverek’e giderken

( SİLVAN MAĞARALARI - DERİK MUKUR  BÖLGESİ - SİLVAN )(N.Satıcı)
 

Kocaköy ambar çayı mağaraları
Eğil baraj gölü mağaraları
 







 

 

antik hasun magara sehri-silvan-fot.nejat satici
 
Mehmet Mercan
             Bırklin Mağaraları araştırılmalı
                                
Dünyanın en verimli toprakları olarak tanımlanan “Bereketli Hilal” içinde yer alan Yukarı Mezopotamya’nın ortasında, Dicle-Fırat arasında yer alan Diyarbakır, Doğu’dan ve Güneyden gelen kavimlerin Anadolu’ya geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle her devirde büyük önem kazandı.
1960’lı yıllarda Ergani’nin Çayönü bölgesinde, Hilar Köyü çevresinde yapılan arkeolojik araştırmalar ve kazılar sonrasında, ilk insanların 11 bin yıl önce bu bölgede göçebelikten yerleşik düzene geçtikleri ve tarım yaptıkları belgelendi.
Bilinen o ki; bölgenin ilk medeni sakinleri Milattan 4000 yıl önce yaşamış HURRİLER’dir.
Dünyanın önemli ansiklopedilerinden LAROUSSE Hurileri, “Doğu Anadolu’nun dağlık bölgesinde yaşayan, asırlarca bölgedeki devletleri etkileyen, birçok krallık yanında Mitanni devletini kuran önemli bir kavim” olarak gösterir...
Hurilerden başka aynı dönemlerde ASUR’lular ve AGADA’lılar da bölgede hüküm sürdüler.
AGADE (Akad) Kralı NARAM - SİN’in, kent merkezine bağlı Pir Hüseyin Köyü’nde bulunan bir tablet üzerindeki rölyefi dünyada bu kavim hakkında bilgi veren tek ve en önemli buluntudur.
Yine, ASUR hükümdarı ADAD NİRARİ’nin kılıç kabzasındaki çivi yazısında “AMİD - OMİD Kralı” diye yazması, kentin tarihinin ne kadar eskilere dayandığının  da kanıtıdır.
Asurluların en belirgin kanıtları kuşkusuz; kentin 53 kilometre kuzeydoğusunda Eğil’deki Asur Kalesi ile Lice yakınındaki, Genç yolu üzerinde Bırklin mağaralarıve kayalara kazınmış kitabelerdir.
Buradaki mağaralarda Asur’un Tanrısal kralları TIGLADPLESER ile SALMANASAR’ın çivi yazılı kitabeleri ve som kayalara kazılı rölyefleri var.
 












Lice-Bingöl karayolu üzerinde, Diyarbakır’a 104 kilometre uzaklıkta bulunan Bırklin mağaralarına 1969 yılında  Diyarbakır Turizm ve Tanıtma Derneği yöneticileri olarak girip araştırmalar yapmıştık.
Türkiye Mağara Araştırmaları Derneği Başkanı Jeolog Doç. Dr. Temuçin Aygen, Prof. Dr. SelahattinYazıcıoğlu, YSE İl Müdürü Mehmet Tunç, İl Turizm Müdürü Orhan Pirinççioğlu,  Diyarbakır’ı Tanıtma ve Turizm Derneği Başkanı Tarihçi-Yazar Şevket Beysanoğlu, Araştırmacı-Yazar Adil Tekin ile birlikte yaptığımız araştırmalara  yakındaki KORHA köyünden köylüler da katılmıştı.
Asur kralları 1. Tigladpıleser ile III. Salmanasar’a ait oldukları bilinen çivi yazılı kitabeler ile her iki krala ait rölyefler mağaraların girişlerinde yer alıyor.
Mağaralar arasında en uzunu, kayalıkların yukarısında olanıdır. Yaklaşık İki kilometre uzunluğunda olan mağara tümü ile sarkıt ve dikitlerle doludur. Giriş ağzı dar, ama içinde yer yer 6-7 metreyi bulan genişlikte ve yükseklikte salonları var.
Ne yazık ki daha ilerilere gidemedik. Sonlara doğru büyük çöküntüler olmuştu çünkü...
Beraberimizdeki köylüler, bu mağaranın çok daha uzun olduğunu, kendilerinin de korktukları için daha ilerilere gidemediklerini söylediler.
Mağaralarla ilgili  ile efseneler de var kuşkusuz.
İskender-e Zülkarneyn efsanesinde bu mağaranın bir ucunun KAF DAĞI’na çıktığı anlatılır.
Yöre halkı ise, bu mağaranın Muş’a kadar uzadığını  öne sürerler…
Jeolog Doç. Dr. Temuçin Aygen, sarkıt ve dikitlerin yüksekliğine bakarak mağaranın en az 70 bin yaşında olduğunu, bu tür KARSTİK mağaralarda sarkıt ve dikitlerin her bir metresinin binlerce yılda oluştuğunu anlattı.
Göğüs hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Selahattin Yazıcıoğlu da, mağaranın içlerine doğru oluşan temiz havanın özellikle nefes darlığı çeken astımlı hastalar için rahatlatıcı özelliğe sahip olduğunu, bu mağaraların sağlık turizmine hazırlanması gerektiğini savundu.
İçinden Dicle’nin bir kolu olan ZEBENE çayının geçtiği kayalıkların aşağısındaki birinci mağaranın hemen girişinde som kayaya kazılı  III. Salmanasar’ın rölyefinin ön ve arkasında iki kitabe var.
1.Tigladpıleser’in rölyef ve kitabeleri ise yukarıdaki kayalıklarda, ikinci mağaranın girişinde yer alıyor.
1899 yılında bölgeyi gezen Alman tarihçi C. F. Lehmann tarafından okunan kitabelerde ilginç bilgiler var.
........ “Nairi memleketinin fatihi, Dünyanın dört bucağının kralı, Asur Kralı, kuvvetli Kral Tıgladpıleser. Tunni, Dayani, Kirhi memleketinden büyük denize kadar zapt ettim...”
........ “Beylerim, büyük Tanrılar AŞUR ve ŞAMAŞ, ADAD’ın yardımıyla Asur memleketi kralı MUTTAKİL - NUSKU’nun oğlu, Asur Kralı AŞUR – REŞİ - İŞİ’nin oğlu,. Asur Kralı ben TIGLADPLESER Amarru memleketinin büyük denizi ve Nairi memleketi denizinden, Nairi memleketine  üçüncü defa gittim..."
…………….
İçinden ZEBENE Çayının geçtiği, bir kilometre kadar uzunlukta olan birinci mağaranın hemen girişinde yer alan III. Salmanasar’in kitabeleri de ilginçtir:
Diğer kitabelerden daha uzun ve geniş olan bu kitabelerde Asur Kralı Tukulti Ninurta’nın oğlu, Asur KralıAsurnasirpal’ın oğlu olmakla övünen ve güneşin doğuşundan batışına kadar olan bölgedeki geniş topraklara ve büyük dağlara hakim olduğunu abartılı bir biçimde anlatan III. Salmanasar da tıpkı Tigladpıleser gibi büyük Tanrılar Aşur, Şamaş ve Adad’ın yardımı ile düşmanlarını yendiğinden söz eder.
 İkinci kitabenin 15 ve 20’nci satırları arasındaki bölümde zaferlerini şöyle anlatıyor III. Salmanasar:
“Nairi memleketinin denizinden, güneşin batışının büyük denizine kadar olan her yeri fethettim... Hattiler memleketini, Melitene’yi, Dayani memleketini, Suhme memleketini ve Azaşkun şehrini... 
Urartulu Aram’ın kral şehrini,  Gilzan memleketini, Hubişkiya memleketini, Diclenin başından Fırat’ın kaynağına kadar, bizim hanedanın Zamua memleketinin denizinden Kalde memleketinin denizine kadar kendime tabi kıldım. Babil’e gittim Tanrılara kurban sundum. Kalde memleketine indim. Şehirlerini fethettim, vergilerini aldım...”
………….
Yöre halkı arasında ilginç bir söylenti vardı. Anlattılar;
Yıllar önce Lice kaymakamlarından biri arkadaşları ile bu mağaralara gelip gezmişler. Sonra da içindenZebene çayının geçtiği aşağıdaki mağaranın önünde çilingir sofrasını kurup başlamışlar içmeye. Bir süre sonra Kaymakam silahına sarılıp başlamış çivi yazılı kitabelere ve III. Salmanasar’ın rölyefine ateş etmeye
Misafirleri ile birlikte nişan tahtası yapmışlar rölyef ve kitabeyi…
Ayni gezide, Bırklin mağaralarının yukarılarındaki kayalıkların üzerinde bulunan Korha Köyü’nü de gezdik
Ve hepimiz, kitabede adı geçen KİRHİ memleketinin, bu KORHA köyü olabileceğini düşündük…
Sonra, Hani ilçesinin kuzeyindeki dağlar arasında grup halinde ve peşpeşe yerleşik NERİP köylerinden biri olan NERİBİTOPALAN köyüne (yeni adı Topçular) uğradık… Burada bizi sarışın mavi gözlü, elma kırmızısı yanaklı, gözlerinde zeka, yüzlerinde sağlık fışkıran “Viking” benzeri dost canlısı insanlar karşıladı.
Kendi aralarında ne Kürtçeye, ne Arapçaya, nede Türkçeye benzeyen çok ilginç bir dil konuşuyorlardı. Ama biz onlarla Kürtçe söyleştik.
Nece konuştuklarını sorduğumuzda, bu dilin kendilerine atalarından kaldığını anlattılar.
Şaşırmıştık…
Ve yine düşünmeye başladık…
-Acaba bu NERİPLİLER de Asur kitabelerinde adı geçen NAİRİLER midir?
………
Şimdi gelin biraz sesli düşünelim ve soralım;
-Burası Mezopotamya, ve biliyoruz ki Mezopotamya dünyaya medeniyetin, kültürün, sanatın yayıldığı bir bölge. Ve kadim tarihiyle AMİD, yani Diyarbakır bu zengin bölgenin merkezi…
Yıllar ve yıllardır neden ciddi, bilimsel bir arkeolojik araştırma yapılmıyor buralarda?.
Kim neden çekiniyor, kim neden korkuyor?.
Demek, asırlar öncesinde bölgeyi gezen yabancı bilginler de olmasaydı, bu kadarcık bilgimiz de olmayacaktı.
Şimdi gelin de sormayın;
-Peki  yahu, bölgemizde mevcut 5-6 üniversitenin hikmeti vücudu nedir? 
Ya, kuruluş tarihi itibariyle 36 yaşındaki Dicle Üniversitesi, ne zaman kendi iç çekişmelerini bir yana bırakıp bölgemizi araştırmanın da asli görevlerinden biri olduğunu anlayacak?...
-------------------------------------------------------------------------
(*) Bu yazı 18. 08. 2008 günü gruba sunulmuştu
__._,_.___Bırkleyn








 
Doğu'nun keşfedilmeyi bekleyen güzelliği Hasuni Mağaraları
Güneydoğu, eşine az rastlanır doğal güzelliklere sahip. Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde, devasa kaya parçaları oyularak apartman şeklinde yapılmış mağaralar bunlardan sadece birkaçı. 3, 5 ve 7 katlı mağaralar, görenleri hayrete düşürüyor. Hasuni Mağaraları, Doğu'nun birçok yeri gibi keşfedilmeyi bekliyor. Güneydoğu Anadolu tarihi mirasıyla zengin bir turizm potansiyeline sahip. Bölgede yıllardır devam eden terör olayları bu güzelliklerin gün yüzüne çıkmasına hep engel oldu. Yıllarca güvenlik gerekçesiyle ziyaretçilere yasaklanan Diyarbakır'ın Silvan ilçesindeki Hasuni Mağaraları bunlardan biri. 3, 5 ve 7 katlı mağaralar, muhteşem manzarasıyla görenleri büyülüyor. Özellikle son kata çıktığınızda sizi bulutlar ile deryayı andıran düz ovanın muhteşem manzarası karşılıyor.
Diyarbakır tarih boyunca 33 medeniyete ev sahipliği yapmış. Şehir merkezi ve ilçelerde zengin bir tarihi varlık mevcut. Eğil ve Ergani'de peygamber mezarları ile insanlığın ilk yerleşik hayata geçtiği höyükler bulunuyor. Şehre 1 saat mesafede bulunan ve yeni yapılan duble asfalt yolla gidilen Silvan'da ise Orta Taş Dönemi'ne ait harika mağaralar yükseliyor. İlçeye sadece 7 km uzaklıkta bulunan Hasuni Mağaraları'na yaklaştıkça yolun solunda koca dağlar arasında pencereleri andıran mağaralar göze çarpıyor. Yeni yapılan yol sayesinde, az sayıdaki ziyaretçiler mağaraların 200 metre yakınına kadar gidebiliyor. Uzaktan bakıldığında bu mağaralar sıradanmış gibi duruyor. Ama çok geçmeden inlerden yapılmış muazzam bir kentin içine seyahat başlıyor... Mezolitik dönemdeki ilk yerleşim yerlerinden biri olan Hasuni Mağaraları'nda kayalar düzleştirilerek yol ve merdivenler yapılmış. Mağaralarda sarnıçlar, su havuzları, kaya kiliseleri ve atölyeler yer alıyor. Kimisinin tavanında halka şeklinde oyuklar, kimisinin tabanında oyuklar bulunuyor. Bazılarının duvarında raf gibi küçük nişler görülürken, bazılarında ise muntazam bir şekilde yapılmış merdivenler göze çarpıyor. Tam kentin ortasından her eve uğrayarak geçen su kanalı bu kentin ne kadar güzel inşa edildiğini kanıtlıyor. Apartmanı andıran mağaralara varmadan önce, bölge Hıristiyanlığın ilk yerleşim yerlerinden olduğu için, Hasuni Kilisesi görünüyor. Tarihi kilisenin sadece dört duvarı ayakta kalabilmiş.
Hasuni Mağaraları, 1990'da Diyarbakır Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca doğal sit alanı ilan edilerek koruma koruma altına alındı. Diyarbakır Vali Yardımcısı Memduh Tura, çok sayıda kültürel mirasa sahip olan Silvan'ı turizme kazandırmaya çalıştıklarını söylüyor. Kaymakam Doğan Demirdaş ise Hasuni Mağaraları'nın yolu için çalıştıklarını belirtiyor.
Site © 2015 Diyarbakır Tanıtım Sitesi